Sah Ismail'e gösterilen bu baglilik, Osmanli Devleti tarafindan daima dikkatle takip edilmis ve Iran'dan gelen Kizilbaslar ile onlara yardim eden Anadolu'daki taraftarlari cezalandirilmistir.
Bu arada Sah Ismail, bazi diplomatik tesebbüslerle taraftarlarinin takipten kurtulup rahatça Iran'a gelmelerini saglamak istemis ve bu maksatla II. Bâyezid'e müracaat etmisti. Iste bu Teke -eli (sonradan: Tekeli) sipahîleri, l500 de, Bâyezid II. devrinde Sah Ismail'in müridleri olarak Erdebil'i ziyarete gitmislerdir ki, bunlarin gidip dönmediklerini, bu yüzden sipahî sinifinin günden güne azalmakta oldugunu gören Bâyezid, bir tedbir olmak üzere Iran'a gideceklere geri dönmek sartiyle izin verilebilecegini açiklamis ve bundan sonra Sûfî (Sah Ismail) nâmina kimsenin hududdan geçirilmemesi için siddetli emirler vermistir.
Yine bu Tekeli sipahîleri, l5l0'da bazi fena niyetli kimseler yüzünden timarlarinin (dirlik) ellerinden alinip, layik olmayanlara devredilmesi sebebiyle eski imtiyazlarini kaybetmeleri yüzünden, devlete isyan ile Sah Ismail'e meyl etmislerdir. Bu yüzden, Sah Ismail'in halifesi Karabiyik oglu Sah -Kulu Baba Tekeli (Osmanli tarihlerinde Seytan-Kulu) ile birlesmisler ve çikan isyanin büyük bir sür'atle genisleyip bütün Anadolu'yu tehdid etmesinde de mühim bir rol oynamislardir. Sah - Kulu Baba Tekeli, II. Bâyezid'in yasliligi, yumusakligi ve sehzâdeler arasindaki anlasmazliklari firsat bilerek artik harekete geçme zamaninin geldigine karar verir. Bu sebeple o, devletin her tarafina dagalmis olan taraftarlarini çogaltmak için babasinin ölümünden sonra memleketin hâli (bos ) olup firsatin kendisinde oldugunu ileri sürerek bilhassa maiyetindeki sipahilerden Çakir-oglanlari, Kizil-oglu, Göle-oglu, Dede-Alisi ve Hizir, Kapulu-Kaya'daki Döseme Derbendi'nde devlet aleyhine gizli toplantilar tertip etmis ve müridlerinden Safer'i Siroz'a, Imam oglu'nu Selanik'e, Taceddin'i Zagra yenicesi'ne ve Pir Ahmed'i Filibe'ye göndermek suretiyle genis bir propaganda faaliyetine girisir. Bu arada, Sah-Kulu'nun Döseme Derbendi'nde yaptigi ayinleri ve giristigi propaganda faaliyetlerini dikkatle takip eden Antalya Kadisi, sehrin Subasisi'ni göndererek, bu toplantilari bastirdi ise de Sah Kulu kaçip kurtulmayi basarir. Onun bu kurtulusu, müridleri tarafindan baska bir propaganda vasitasi yapilarak bir mânada ilahlastirilmasina sebep olmustur. Nitekim, Antalya Kadisi'nin Sehzâde Korkut'a gönderdigi 9l6 Zilhicce (l5l0 Nisan) tarihli belgeden, müridlerinin onun hakkinda: "Allah budur, Peygamber budur, sûr-i hesab bunun önünde olsa gerektir, buna itaat etmeyen imansiz gider"dedikleri anlasilmaktadir. Anadolu'nun maruz kaldigi en büyük tehlike, sehzâdelerin birbirleri ile ugrasmaya basladiklari bir sirada, Antalya'dan Manisa'ya gitmekte olan Sehzâde Korkud Çelebi'nin adamlarina saldirip, Antalya'dan üzerine gönderilen kuvvetleri de maglub eden Sah - Kulu Baba Tekeli, Teke-eli'nin sehir,kasaba, karye (köy), dag, yayla ve obalarinda bulunan Siî ve Alevîlige mütemayil bütün Türkmenleri etrafina toplamis, timarlari ellerinden alinmis kizgin sipahîlerin de yardimlari ile Teke-eli'nin kendine tabi olmayan bütün köy ve kentlerini yagma edip halkini da öldürtmüstür. Kaynak ve vesikalardan anlasildigina göre, Istanoz (Korkuteli) kasabasini tahrib edip, Elmali'nin mescid ve zâviyelerini yikan Sah - Kulu Baba Tekeli, eline geçirdigi Kur'an'lari da atese atip mahvetmistir. Bundan sonra Gölhisar'i alarak her tarafi yakip yikmaga eline geçen canlilari ise insan ve hayvan ayirmaksizin, acimadan öldürtmeye baslamistir. Onun bu vahsice hareketleri, Sehzâde Osman'in Divân'a gönderdigi arîza (rapor)da oldugu gibi, Sehzâde Korkud Çelebi tarafindan daha sonra Istanbul'a sevk edilen Sûfî'nin ikrarlarindan da bütün çiplakligi ile ortaya çikmistir. (TSMA.Nr.5053). Bundan sonra Baba Ishak-i Horasanî gibi, kendisinin Mehdî oldugunu iddia edip Burdur'a kadar gelen Sah - Kulu Baba Tekeli'nin etrafina 20.000 kisi toplanmistir ki, bunlarin ekserisini, çoluk-çocuk, mal ve hayvanlari ile gelen Tekeli Türkmenleri teskil ediyordu. Yine vesikalardan anlasildigina göre, Teke - eli'nde Sah adina bir Türkmen devleti kurmak isteyen Sah - Kulu Baba Tekeli, bundan sonra Keçiborlu, Sandikli, Kiçisiçanlu, Ulusiçanlu'yu geçip Altuntas'i yaktiktan sonra "dagdan bosanmis hanazir-i tir horde gibi deprenüb" Kütahya önüne geldi.Tekeli sipahîlerin tesvikleri ile Kütahya kalesini muhasara ve zaptetmis, Anadolu Beylerbeyi olan Karagöz Pasa'yi kaziga vurdurmakla yetinmemis, demire sarilan etlerini de ocakta pisirmistir. Bundan sonra Kütahya Hisarini zapt eden Sah-Kulu'nun askerleri, sehri atese verirler. Adamlari ile müsavereden sonra Alasehir Ovasi'nda Sehzâde Korkud tarafindan üzerine gönderilen Hasan Aga ile maiyetini maglub eden Sah -Kulu'nun bu basarisi, bütün Anadolu'ya dehset saçmaya yetmisti. Onun, Bursa'ya dogru harekete geçmesi üzerine, Sadrazam Hadim Ali Pasa, Rumeli'den Anadolu'ya geçer. Bunun üzerine Sah - Kulu, Teke-eli'ni Karaman'a baglayan Kizilkaya Bogazi'na çekilmek zorunda kalir. Bunun üzerine Sadrazam ile Amasya valisi Sehzâde Ahmed, Kizilkaya Bogazi'ni 38 gün muhasara ettilerse de Sah - Kulu Baba Tekeli, önce Incirli Derbendi'nden, sonra da Döseme Derbendi'nden kayalar arasindan kendine bir yol açarak Beysehir önlerine gelmeye muvaffak olur. Daha sonra Kayseri yolu üzerinden Sivas yakinindaki Gedik Hani mevkiine gelen Sah - Kulu Baba Tekeli üzerine az bir kuvvetle yürüyen Hadim Ali Pasa, Tekeli Türkmenlerinin siddetli mukavemeti ile karsilasmis, girisilen savas sonunda Sah - Kulu ve Hadim Ali Pasa okla vurulmuslardir. Bu savastan sonra sür'atle Iran'a dogru çekilen Tekeli sipahîleri ve Türkmenler, Erzincan'da hacca giden bir Iran kervanina saldirdiklari için Sah Ismail'in hakaretlerine maruz kalmislardir. Anadolu'da 50.000 kisinin ölümüne sebep olan bu isyan..." diye verdigi bilgi, bizim burada nakl ettigimizden daha uzun olmakla birlikte, bu kadari ile yetinmek istedik. Zira bu kadari bile o dönemde, ülkede estirilen Siîlik havasi ve propagandanin sebep oldugu olalar hakkinda bir fikir vermektedir.
Ikinci Bâyezid, hükümdar oluncaya kadar ömrünü, silahtan çok ilim ve ilmî eserleri mütalaa etmekle geçirmisti. Amasya valiligi esnasinda sükûnet içinde yasamisti. Karekter bakimindan yumusak ve rahata meyilli idi. Siirden hoslanir, dünya olaylarini hayret aynasindan temasayi severdi. O, mecbur kalmadikça savasmayi istemezdi.
Onun, Amasya valiligi dönemindeki hal ve hareketi ile hükümdarligi dönemindeki hal ve hareketi birbirinden çok farklidir. Vali olarak bulundugu Amasya, Selçuklular devrinden beri Anadolu'nun mamur bir sehri, yüksek âlim ve sairleri ile bir fikir merkezi oldugundan, Bâyezid burada hem ilim muhitinde, hem de eglence âlemleri içinde yasamisti. Bu bakimdan, babasi Fâtih Sultan Mehmed tarafindan azarlanmis, kendisini sefahata alistiran Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi'nin öldürülmesi bile emrolunmustu. Fakat Bâyezid, daha önce bu emirden haberdar olunca yol harçligi vererek Abdurrahman Efendi'yi kaçirabilmisti. Bundan sonra babasina yazdigi arizada zayiflamak için aldigi bazi "müferrihat" tan vaz geçtigini bildirerek af edilip bagislanmasini dilemistir. Böylece o, sismanligini gidermek için böyle bir yola bas vurdugunu bildirerek aleyhindeki cereyani durdurmustur.
Bâyezid, Osmanli hükümdarlarinin âlim ve sairlerindendir. Siirde "Adlî" mahlasini kullanirdi. Yaratilis itibari ile huzur ve sükûneti severdi. Bu haslet, onun mücadeleden uzak durmasina sebep olmustu. Nitekim, o, kendisine karsi tahti ele geçirme davasi ile silaha sarilmis olan kardesi Cem Sultan'a galip gelince, o dönemde Memlûk Devleti'nin bir vilayeti olan Kudüs'te yasamasi sartiyla ona baris teklifinde bulunmus ve kendisine büyük rakamlarla ifade edilebilecek miktarda para yardiminda bulunacagini va'd etmisti. Fakat sonralari, yedi Hiristiyan devletin, Osmanlilar aleyhine bir araya gelip kendisine karsi yapacaklari bir savasta, onu bayrak yapmak istemeleri ve kendisinin basi üzerinde sürekli bir tehdid gibi tutmak amaci ile hareket etmeleri üzerine Bâyezid, kardesinin uyusmaz bir düsmani olmustu. Zira o, (Cem Sultan) bahane edilerek Osmanli Devleti yok edilmek isteniyordu.
Sultan Bâyezid'in karekterini ortaya koyan belgelerden biri de l496 senesinde Osmanli ülkesine gelen Venedik elçisi Sagadino'nun senatoya verdigi rapordur. O, raporunda Bâyezid'in 56 yasinda, simasinin esmere yakin bir sarilikta oldugunu, uyku, sükût ve rahati seven. iyi yeyip içen, zevkine düskün ve harpten kaçinan bir hükümdar oldugunu belirtir. Keza l503 senesinde Andrea Gritti'nin tasviri daha da dikkat çekicidir. O, Bâyezid'i söyle tasvir eder: "Etli ve dolgun çehresinde hiç te zâlim ve korkunç bir insan belirtileri yoktur. Boyu, ortadan uzun, zihnen mesgul oldugunu belirten karayagiz çehreli ve fitratan magmum ve mahzundur. Az yemek yer, hiç sarap kullanmaz, O, makina san'atlarini çok sever, iyi kesilmis kirmizi akiklerden, islenmis gümüsten, güzel yapilmis esyadan çok hoslanir. Ata binmekten hoslanir, fakat buna simdi nikris hastaligi manidir. Kimse ondan daha iyi ok kuramaz. Daima ibadet ile mesgul olur, câmiye çok gider, sadaka dagitir, felsefede behre ve malumati olmakla ögünür ise de en çok vâkif oldugu ilim, ilahiyât ve hey'et ( astroloji)dir."
Sonuç olarak Sultan Bâyezid hakkinda sunlari söylemek mümkündür: O, ortadan biraz uzunboylu, yagiz çehreli, ela gözlü, genis gögüslü bir kimsedir. Yumusak bir yaratilisa sahipti. Gençliginde serbest bir hayat sürdürdügü halde padisahliginda ibâdet ve hayir islerine yönelmisti. Bu sebeple de Bâyezid-i Velî diye anilir olmustu.Mecbur olmadikça savastan uzak kalmaya dikkat etmis, "nizâm-i memleket" için Istanbul'dan ayrilmamayi tercih etmisti.
BÂYEZID DÖNEMINDE ILIM, ULEMA VE IMAR FAALIYETLERI
Sultan Bâyezid, sehzâdeliginden beri etrafina ünlü bilginleri toplayip kendisini yetistirmeye gayret etmisti. Ayni zamanda sair olan ve siirlerinde Adlî mahlasini kullandigini daha önce gördügümüz Bâyezid'in bu siirlerinin büyük bir kismini (l25 kadar) gazellerin meydana getirdigi küçük hacimli divani Istanbul'da l308'de basilmistir. O, hat san'atinda da oldukça yetenekliydi. Uygur yazisini okumayi ögrendigi ve biraz da Italyanca bildigi belirtilir.
II. Bâyezid, babasi Fâtih Sultan Mehmed'den sonra bütün Osmanogullari'nin en bilgini olarak kabul edilmektedir. O, mükemmel bir tahsil görmüstü. Türkçe, Farsça ve Arapça'yi edebiyatlari ile ögrenmis, Islâmî ilimler, felsefe, matematik ve mûsiki tahsil etmisti. Türkçe'nin Çagatay lehçesi ile Uygur alfabesini ögrenmisti. Bestekâr, hattat ve sairdi. Besteledigi eserlerden yalniz bazilarinin notasi zamanimiza kadar gelebilmistir.
Bilginler ve sanatkârlar için ayrilmis özel bir bütçesi vardi. Kendisine takdim edilen eserlerden degerli bulduklarini tesvik ederdi. Merhametli, vefakâr ve kadirsinasti. Bu meziyetlerinden dolayi ölümü, Islâm âleminde büyük bir teessürle karsilandi. Dünyanin en büyük devletinin faziletli hükümdari olarak, hayatinda büyük hürmet görmüstür. Ölüm haberi alindigi zaman Kahire'de basta Sultan Kansu Gavri oldugu halde bütün halk, onun giyabinda cenaze namazi kildi.
Dinî emirlere bagli bir hükümdardi. Bunun için o, ilim ve ilim adamlarini seviyor, ilmî gelismeye vesile olabilecek bütün çarelere basvuruyordu. Bu sebeple o, dinî ve ilmî kurumlarin meydana gelmesi için çalisiyordu. Onun bu sekildeki çalismasi, döneminin ileri gelen devlet adamlari ile zenginler için de itici bir güç oluyordu. Nitekim, padisahin bu uygulamasini örnek alan birçok vezir, imâret ve bunlara gerekli olan tahsisatlari temin ediyorlardi. Bu bakimdan Ali ve Mustafa Pasa'larin isimleri zikredilmeye deger. Daha önce de temas edildigi gibi ibâdetle çokça mesgul oldugundan olsa gerek ki bu sebepten kendisine "Sofu" deniyordu. Saltanati müddetince ilim adamlarini, sair ve sanatkârlari himaye etmisti. O, bu himayenin karsiligini da nâmina yazilan birçok eserle almisti. Kendisine takdim edilen eserleri okumak onun en büyük özelligi idi. Amasya'da maiyyetinde bulunan Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi'nin tavsiyesi ile Ibn Kemal diye söhret bulan Ahmed Semseddin'e meshur tarihini yazdirmistir. Daha önce Akkoyunlularin hizmetinde bulunan ve Safevîlerin galebesi üzerine, Osmanliara iltica etmis olan Idris-i Bitlisî'yi de himaye ederek ona meshur "Hest Behist" isimli tarihini kaleme aldirmisti.
Saltanati müddetince ilim ve ilim adamlarini himaye eden II. Bâyezid'in hattatlikta da mahir oldugu bilinmektedir. Nitekim, Amasya'daki valiligi sirasinda, Seyh Hamdullah'tan hat dersleri almisti. Seyh Hamdullah ile aralarinda siki bir münasebet bulunan II. Bâyezid, Seyh'in mânevî dünyasinda kendini bulurken, ayni zamanda dizinin dibinde hokkasini tutarak yazi mesketmistir. Böylece Sultan II. Bâyezid'in tesvik ve himayesiyle Amasya'da Seyh'in etrafinda bir hat mektebi (ekol) dogmustu. Ikinci Bâyezid, saltanata geçince Seyh, Istanbul'a davet edilerek , saray-i hümayun'a hat hocasi olarak tayin edilir. Seyh Hamdullah hakkinda ciddi arastirmalarda bulunan ve onun eserlerini arastiran Muhittin Serin, Seyh Hamdullah ile II. Bâyezid arasindaki hocalik talebelik münasebetlerini su ifadelerle dile getirir: " II. Bâyezid, Seyh Hamdullah'i kendisine hat hocasi tâyin etmis, mesk almis ve mezun olmustur. Bir zaman sonra Osmanli tahtinin sahibi olacak Bâyezid-i Veli'nin, iç bünyesinin tesekkülü, zararli duygulardan arinarak sahsiyetini bulmasi, Seyh ile Sultan arasindaki bu muhabbet ve teslimiyetin mahsûlüdür. Seyh'e ekseriya "Biraderim" diye hitab eden Bâyezid-i Veli, yazi yazarken hokkasini tutar, arkasini yastiklarla besleyip rahatini temin ederdi. Annesine dahi selam gönderip duasini ister, hürmet ve muhabbet gösterirdi. Hatta sik sik beraber sürek avina da çikarlardi. Bu suretle aralarinda bir manevî râbita ve dostluk meydana gelmisti. Bâyezid'in saltanat tahtina cülûsundan kisa bir müddet sonra Seyh Hamdullah davet edilmis, o da ailesi ve damadi ile birlikte Istanbul'a gelmisti. Seyh Hamdullah, saraya kâtip ve saray hüddamina muallim tayin edilir. Kendisine, günlük 30 akçaya ilaveten Üsküdar'da iki köyün bütün gelirleri arpalik olarak verilir. Ayrica, bir köyün gelirleri de mührezenlerine tahsis edilir.
Surasi bir gerçektir ki, onun döneminde ilim ve ilim adamlarina gösterilen himaye, ilmin ilerlemesinde etkili olmustur. Özellikle "Fikih" denilen Islâm Hukuk ilmi, sür'atle gelismis ve muhterem Islâm hukukçulari onun devrinde müstesna bir sekilde itibar görmüslerdir. Bunlardan Sari Gürz (öl. 929/l522), Bâyezid ile Selim arasinda bir anlasma zemini bulmakla görevlendirilmisti. Imam Ali (öl. 927/l520) elçilikle Misir Sultani Kayitbay katina, daha sonra da Sehzâde Korkut'a gönderilmistir. Niksarî ve Yusuf Cüneyd ( Sadru's-Seria adli esere çesitli hasiyeler yazan Tokatli Ahi Yusuf b. Cüneyd), câmilerde tesis olunan kütüphanelerin idareleri (hâfiz-i kütüb) ile görevlendirilmislerdi. Fukahadan bir kismi, isgal ettikleri yüksek mevkilerde çok zengin olmuslardi. Bunlar da sahip bulunduklari bu servetleri ile özel kütüphaneler tesis etmislerdi.
II. Bâyezid dönemi alimlerinden bahseden Âsik Pasazâde, bize su isimleri vermektedir: "Hocazâde, Mevlana Alaeddin Arabi, Seyyidzâde Seyyid Hamiduddin, Mevlana Kestelli, Hatipzâde, Manisazâde. Bunlara benzer azizler dahi çok vaki oldu."
Siirleri ile söhret kazanmis olan Mihrî Hatun ile aralarinda temiz ask iliskileri bulunan Müeyyedü'd-Din, taninmis bilim adamlarindandir. Ölümünde biraktigi kütüphanede yedi bin cild kitap vardi. Bâyezid devrinde söhreti kadar, hayatinin felaketle sonuçlanmasi bakimindan Sinan Pasa'nin talebelerinden Molla Lütfi'yi de hatirlamak yerinde olacaktir.
Hammer'in ifadesiyle " Bâyezid asrina seref veren altmis fakih arasinda ikisi diger bir sube-i malumatta yüksek söhret kazanmislardir." Buna göre Ikinci Bâyezid çaginda tipta Hekimsah, ve matematikte Mirim Çelebi çok büyük söhret kazanmislardir.Yine bu zamanlarda, Taci Bey'in iki oglu Cafer ve Sa'di'nin eserleri ile Osmanli yazisma (diplomatik, insa, protokol) modelleri iki iyi örnek olarak taninmistir. Osmanli tarihçiligi bakimindan önemli bir dönem olan II. Bâyezid devrindeki Nesrî ile Idris-i Bitlisî'yi burada kayd etmek gerekir. Bunlar, hükümdarin buyrugu üzerine, kurulusundan kendi zamaninin sonlarina kadar devletin tarihini yazmislardi. Nesrî, eserini Osmanlica ve sade bir uslupla yazdigi halde Bitlis'li Idris, Farsça'yi tercih ederek Arap tarihçisi Yemînî ile Iran tarihçisi Vassaf'in agdali ve tumturakli tarzini seçmistir.
Bâyezid'in, edebiyat sahasinda gösterdigi koruma ve himaye, yabanci ülkelere, hatta Horasan ile Iran'in diger vilayetlerine kadar genislemistir. O, büyük sair ve mutasavvif Abdurrahman Câmi ile büyük bilgin Fakih Devvanî'ye her yil para gönderiyordu ki bu, ilki için bin, ikincisi için de besyüz altin idi. Bu arada Iran Müftüsü Mevlânâ Seyfeddin Ahmed ile Hadis âlimi Cemaleddin Ataullah da Pâdisah'in ihsanlarindan pay alip faydalaniyorlardi. Bu dönemin en büyük seyhi Iskilip'li Yavusî'dir. Bâyezid, Amasya valisi iken, Hac'tan döndügü zaman, onun sultanlik tahtina kavusacagini kesfetmis ve bunu Sehzâdeye de açiklamisti. Yavusî'nin söhreti, kendisine "Seyhu's-Selâtin" ve "Sultanu'l-Mesayih" gibi ünvanlarin verilmesine sebep olmustu. Onun zâviyesi, devletin ileri gelen görevlileri ve taninmis bilginlerle dolup tasardi. Bâyezid, daha birçok seyh ve tasavvuf ileri gelenleri ile sohbetlerde bulunacaktir ki, bu da siirlerine mistik bir hava ve renk katmistir.
Sultan Bâyezid, ilme ve zamanindaki teknik gelismelere önem veren bir hükümdardi. Âlimler için özel bütçesi bulunan Bâyezid Han, onlari, eser vermeye tesvik ederdi. Okçuluga çok merakli idi. Hiç kimsenin, onun kadar güzel ok ve yay yapamadigi rivayet edilir. Bu sanat için kitap yazdirdigi gibi, kendi elinden çikmis bir yay da Topkapi Sarayi Müzesi'nde teshir edilmektedir. Bâyezid, ne ilk pâdisahlar gibi üsküf, ne de Ikinci Murad gibi ulema kisvesi giymistir. O, mahrutî ve etrafina tülbent sarili bir kavuk seçmistir ki, sonralari "Mücevveze" ismiyle tesrifat serpusu olarak kullanilmistir. Sicill-i Osmanî'de onun kiyafeti ile ilgili olarak su bilgi verilmektedir: " Tenhalarda salih insanlarin elbiselerini giyer, disarda da babasinin elbisesini giyerdi."
Bâyezid Han dönemi, iç ve dis gailelerin bulundugu bir dönem olmasina ragmen, yine de devlet gelirleri bir hayli artis kayd etmislerdi. Onun döneminde Anadolu'da 24, Rumeli'de 34 sancak vardi. Kendisi sulha meyyal olmakla birlikte gazâ ve cihad sevabini kaçirmak istemedigi için, bizzat seferlere çikardi.
O, denizcilige de ehemmiyet vermis, Fâtih devrinde olmayan ve "Güge" denilen, hem kürek, hem de yelkenle hareket eden ve manevra kabiliyeti yüksek olan gemiler yaptirdigi gibi kalyonlar da insa ettirmisti. Ayrica Venedik gemileri tarzinda kirk kadar top mavnasi da tezgahlatmistir. Onun devrinde donanmadaki degisiklikler sadece bunlardan ibaret degildir. Bilhassa muharebe gemilerini uzun menzilli toplarla techiz ettirip gelistirmistir. Bunda, Türk bahriyesinin en büyük üstadlarindan biri olan Kemal Reis'in emegi büyüktür. O, kara ordusunu da yeni bir nizam ve disiplin altina almistir.