Gönderen: Ensar7-8-3
« : 17 EYLL 2010, 17:09:08 »EDIRNE'NIN FETHI
Osmanli fethinden önce küçük bir sehir olan ve günümüzde "Kaleiçi" denilen sinirla çevrili bölgeden ibaret olan Edirne, Balkanlara geçip orada tutunmak ve hakimiyet kurmak için stratejik önemi haiz olan bir sehirdi. Bizans Imparatorlugu'na bagli idi.
Süleyman Pasa'dan sonra Rumeli'nin ikinci fatihi diyebilecegimiz Sultan I. Murad, bu sehrin askerî önemini anlamisti. Bunun için de Edirne'yi feth etmeyi kendisine hedef olarak seçmisti. Ankara'nin yeniden alinmasindan sonra artik sira Edirne'ye geliyordu.
Kaynaklardan büyük bir kisminin, Sultan Murad'in, babasini müteakip Osmanli tahtina geçmesinden sonra feth edildigini bildirdigi Edirne'nin zapti, Osmanlilarin Avrupa'ya kesin bir sekilde yerlesmeye çalistiklarinin isareti idi.
Sultan Murad, Ankara'dan döndükten sonra Trakya'ya geçip faaliyetlere baslar. Gerçi Osmanlilar, Imparator Kantakuzenos'a defalarca yardima geldikleri zaman, gerek Edirne'nin, gerekse bütün bir bölgenin ehemmiyetini anladiklari gibi ulasim ve stratejisini de anlamislardi. Bundan dolayi Edirne'nin gerisini emniyet altinda bulundurmak ve Istanbul tarafindan gelebilecek bir Bizans taarruzuna mani olmak için Tzurulon denilen ve daha önce alinip sonradan elden çikmis bulunan Çorlu'nun alinmasi gerekiyordu. Buraya hücum eden Osmanli birlikleri, kisa zamanda burayi tekrar alip surlarini yiktilar. Buradan piskoposluk merkezi olan ve Arkadiopolis denilen Lüleburgaz'a geçtiler. Burayi da kisa bir zamanda ele geçiren Osmanlilar, buranin surlarini da yiktilar. Lüleburgaz'in zaptindan hemen sonra Anadolu'dan göçmenler nakl edilerek buraya yerlestirildi. Bu, Büyük Selçuklularin Anadolu'daki yerlesme siyasetlerinin bir benzeri idi. Böylece Osmanlilar'in Trakya'yi da Islâmlastirmaya yönelik gerçek maksatlari ortaya çikmis oluyordu.
Bizans tarihinden bahs eden Dukas, Sultan Murad'in Trakya'daki faaliyetlerinden bahs ederken söyle der:
"Ayni sene zarfinda, Türk basbugu Orhan dahi vefat ederek, beyligini oglu Murad'a terk eyledi. Murad Bey, Trakya sehirlerinden birçoklarini hükmü altina aldiktan sonra, Edirne'yi muhasara etti. Selanik'ten baska bütün Tesalya kitasini zapt etti. Bu suretle Murad, Bizanslilara ait tekmil yerleri ele geçirdikten sonra Trivalya (Tuna nehri ile Bati Trakya arasinda kalan bölge)'ya geldi.
Görüldügü gibi Sultan Murad, Edirne yolu üzerinde bulunan ve daha önce düsman eline geçmis olan Çorlu ile Lüleburgazi aldiktan sonra Edirne üzerine yürüyüp orayi feth etti. Bu arada Bizans'in daha önce geri almis oldugu Malkara, Kesan ve Ipsala, Gazi Evrenos Bey tarafindan tekrar zapt edilip Osmanli idaresine katildi. Haci Ilbeyi ise Enez Körfezi üzerinde ve Meriç'in batisinda bulunan Dedeagaci (Megri-Makri) kasaba ve limanini aldi. Buradan da Kuzeye dogru Meriç'i takib etmek suretiyle Didimatihon denilen Dimetoka'yi zapt etmisti.
Evrenos ve Haci Ilbeyi, yukarida belirtilen yerleri elde ettikleri sirada bütün komutanlarin davetiyle Lüleburgaz mevkiinde toplanan bir harp meclisinde, verilen karar üzerine beylerbeyi Lala Sahin Pasa büyük bir kuvvetle Edirne üzerine sevk edildi. Bulgarlarin, Rumlara yardim etmeleri ihtimaline karsi sag koldan Karadeniz sahiline dogru ilerleyen bir kisim kuvvetler, Kirklareli'ni isgal; Serez ve Drama taraflarinda bulunan Sirplarin da müdahale edebilecekleri düsünülerek sol kola memur edilmis olan Evrenos kuvvetleri de Dimetoka'nin batisina dogru sevkedilerek savunma tertibati alindi. Nihayet Babaeski ile Pinarhisar arasinda Sazlidere mevkiine kadar gelmis olan Rum ve Bulgar kuvvetleri ile yapilan kesin bir meydan muharebesi sonunda düsman bozuldu. Bunun sonucunda da Edirne zapt edildi (764 H. / 1363 M.). Edirne'de bulunan Rum komutan ise Meriç nehrinin kabarmasindan istifade ile bir gece, maiyetinin bir kismi ile bir kayiga atlayip Enez'e kadar inerek oradan da Sirp ülkesine kaçmaya muvaffak oldu.
Sultan Murad, Edirne vaziyetini yoluna koyduktan sonra Beylerbeyi Lala Sahin Paça'yi burada birakarak kendisi Dimetoka'ya gitti. Bir müddet için orasini kendisine karargah yapti. Orada bir cami ile kendisine bir saray yaptirdi.
Sultan Murad, bununla yetinmeyerek faaliyetlerine devam etti. O, Lala Sahin'i kuzeyde Filibe ve Zagra taraflarina sevk ettigi gibi Evrenos Beyi de Bati Trakya'nin fethine (Gümülcine) memur etti. Lala Sahin Pasa pirinç ziraatiyle meshur olan Filibe (Plovdiv)'i muhasara etti. Bu kusatmaya dayanamayacagini anlayan kale muhafizi teslim olarak ailesiyle birlikte Sirbistan'a gitti. Evrenos Bey de Gümülcine ile o havalide bazi yerleri aldi. Edirne'den sonra Filibe'nin de alinmasiyla Bizans, Bulgar ve Makedonya'daki Sirplarin birbirleri ile olan irtibatlari kesilmis oluyordu. Böylece Bizans, tamamiyla Osmanlilarca çevrilmis bulunuyordu.
Dogu Trakya'da yayilmakta olan Müslüman Türklerin bu yayilmasini önlemek için 1361 Temmuzunda Imparator Besinci Ioannis ile Venedikliler arasinda bir antlasma yapilmissa da bir fayda temin edilemedi. Çünkü Osmanlilar, mütemadiyen Anadolu'dan göçmen naklederek sahilleri de siki sikiya ellerinde tuttuklarindan ayrica yerli halka karsi çok merhametli ve âdilane bir idare tarzi uyguladiklarindan içerde de herhangi bir isyan hareketine rastlanmiyordu. Bundan dolayi Bizans ile Venedikliler arasindaki ittifaktan bir netice elde edilemedi. Bunun üzerine imparator 1364'te Osmanli Devleti ile anlasarak mevcud vaziyeti kabule mecbur olmustu. Böylece Bizanslilar açisindan Osmanlilarin eline geçmis bulunan yerlerin tekrar alinmasi ümidi de ortadan kalkmisti. Çünkü Imparator, Osmanlilarin aldiklari yerleri ne kendisinin ne de Sirplarin geri almak için bir tesebbüste bulunmayacaklarini garanti ediyordu.
Edirne ve Dogu Trakya'nin fethi, Osmanlilarin Avrupa'da kesin olarak yerlestiklerini gösteren bir hadisedir. Bu, Anadolu Müslüman Türk tarihi için oldugu kadar Balkanlar ve buna bagli olarak Avrupa için de bir dönüm noktasi olmustur. Zira Osmanlilar sayesinde Avrupa, dinî müsamaha, insana saygi ve hukuka riayet gibi kavramlarla karsilasti ki, bunlari daha önce pek bildigi ve uyguladigi söylenemez. Osmanli fütuhatinin manevî sebep ve faktörlerinden bahsedilirken bu konuya daha detayli bir sekilde temas edilecegini belirtmek gerekir.
Babasindan devr aldigi küçük beyligi iki misli büyüterek teskilatli bir devlet haline getiren Orhan Bey, 1362 yilinda vefat etti. Onun vefati esnasinda devletin sinirlari 95.000 km2'ye çikmisti.
ORHAN BEY ve DEVLET TESKILÂTI
Osmanli Devleti'nin ilk teskilâti Orhan gazi zamaninda kuruldu. Daha önce küçük bir beylik olan devlet, onun zamanindaki fetihlerle gittikçe genisleyip büyümeye basladi. Bu genisleme duraksamadan devam ettigi için yeni müesseseler ile desteklenmesi ve saglam temellere oturtulmasi gerekiyordu. Bu bakimdan bu siyasî varlik ve birlige bir hayatiyet ve devamlilik kazandirmak gerekiyordu ki bu da saglam ve temelli müesseselerin kurulmasi ile mümkündü. Beylik, yavas yavas asiret usûl ve kaidelerinden az da olsa ayrilmak ihtiyacini hissediyordu. Çünkü o ana kadar, daha önce karsilasmadigi farkli din, kültür, irk ve medeniyetlere sahip insanlari sinirlari içinde barindirmaya baslamisti. Bu da ortaya çikan yeni problemlere karsi zamanin ve sartlarin gerektirdigi çözümleri bulmakla mümkündü. Bu hareket tarzi ,ona modern bir devlet olma anlayisini saglamisti. Idare sahasinda, adalet, askerlik, vergi gibi konularda yeni teskilâtlarin kurulmasi icapediyordu. Bu konularda ulema sinifindan gelmis olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadisi Cendereli Kara Halil Efendi büyük bir gayret ve faaliyet içinde idiler. Bu maksatla Orhan Bey'in tahta geçisinin (cülûs) üçüncü yilinda bir gümüs sikke basildi. Bu parada Osmanlilarin mensub olduklari Kayi boyu damgasi da bulunuyordu.
Bilindigi gibi para, ekonomik ve sosyal hayatta önemli bir rol oynamaktadir. Keza o, bir devletin istiklâl (bagimsizlik) alâmetlerindendir. Osmanlilarin ilk defa kullandigi para birimi akça idi. Burada üzerinde durmamiz ve belirtmemiz gereken bir nokta da simdiye kadar ilk Osmanli akçasinin Orhan Bey zamaninda basilmis olmasi meselesidir. Halbuki yeni arastirmalar ilk Osmanli parasinin Osman Gazi döneminde basilmis oldugunu göstermektedir. Bununla beraber bu paranin nerede ve hangi tarihlerde basildigi belli degildir.
Orhan Bey, idareciligi bakimindan tam bir devlet kurucusu idi. Bütün tarih ve kaynaklar, onun Osmanli Beyligi'ni hakiki bir devlet haline getirdiginde müttefiktirler. Orhan Bey, ilk devlet teskilâtinda Anadolu Selçuklulari ile Ilhanlilari örnek almis ve buna göre bir hükümet teskilati vücuda getirmisti. Bunun esas temeli ise merkezdeki "Divân" idi. Henüz bey ünvanini tasiyan hükümdar bu divana baskanlik yapmaktaydi. Divâna, hükümet reisi durumunda bulunan ve ilk dönemlerde ilmiye sinifindan gelmesi mutad olan vezirin de icabinda baskanlik ettigi olurdu. Orhan Bey devri ilk vezirinin Ramazan 723 (Eylül 1323) tarihli ve Orhan Bey zevcelerinden Asporça Hatun vakfiyesinden anlasildigina göre Haci Kemaleddin oglu Alaeddin Pasa (öl. 1340) adinda ilmiye sinifindan belki "ahi" ricalinden bir zat oldugu ve bunun isim benzerligi yüzünden Orhan Bey'in küçük kardesi Alaeddin Bey ile karistirildigi görülmektedir. Ikinci veziri Ahi Mahmud oglu Nizameddin Ahmed Pasa idi.
Sehir, kasaba ve kazalarin idaresinde ise, Osman Bey zamanindan itibaren elde edilen yerler, buralari feth eden beylere verilmek suretiyle dogrudan dogruya asiretin ileri gelen ve birer askerî komutani durumunda bulunan kimselerce kullaniliyordu. Baska bir ifade ile Orhan Bey'in kurdugu bu sistem, Selçuklu divân dairesi ile çevrelerindekinin aynisi idi. Mesela Eskisehir, Bilecik, Iznik, Karacahisar, Inönü, Izmit, Yenisehir, Bursa gibi sehirler, hep birer kaza teskil ediyorlardi. Bu sebepten oralarda bir kadi ve subasi bulunuyordu.
Orhan Bey, Osmanli Beyligi'nde muntazam bir devlet teskilati meydana getirdigi sirada bütün timarlilari belli birlikler halinde bazi kumanda kademelerine bagladi. O dönem Osmanli ordusunun en mühim unsurunu teskil eden bu birlikler, bilhassa asiretlerden, hizmetleri karsiliginda kendilerine timarlar verilmek üzere genellikle toplu bir halde vazifeye alinan sipahilerdi. Bunlarin ileri gelenleri, kendi boy ve oymaklarindan topladiklari adamlari ile beraber, seferde vazife aliyorlardi. Gaza ve fetihten sonra bu gazilere baslangiçta timar (dirlik) verildigi gibi onlari idare edenlere de daha yüksek bir timar tahsis ediliyordu. Tamami atli olan bu timarlar, bir alay haline konularak baslarina en büyük timar sahibi olan kimse alay beyi tayin ediliyordu. Her kazanin timarlilari birer çeribasi idaresinde idiler. Orhan Bey devletinin dayandigi ikinci sinif askerî kuvvet yaya ve müsellem teskilâti idi. Bu askerî teskilâtin ortaya çikmasi zaruret halini almisti. Çünkü her zaman, vaktinde sefere gelemeyen veya uzun süre devam eden kusatma hizmetlerinde kalamadiklarindan dolayi basarilari mahdud olan asiret sipahilerinin yerine, devamli bir askerî birligin kurulmasi gerekiyordu. Ancak bu sayede, Orhan Bey zamaninda, sinirlari bir hayli genisleyen beyligin her tarafina zamaninda ulasilabilecekti.
Osmanli Beyligi'nin ilk mühim fethi olan ve hem yeni hem de kuvvetli bir siyasî varligi ortaya koyma yolunda belki en önemli adim, Orhan Bey'in Bursa'yi aldiktan sonra burada kurdugu ve kendisinden sonra gelen haleflerinin de izinde yürüyerek devam ettirdikleri tesislerin, bu sehirde büyük bir Müslüman Türk nüfusunun toplanmasina sebep olmasi gerçegi idi. O, isin hemen basinda kilise ve manastirlari cami ve medreseye çevirmek suretiyle ilk ihtiyaçlari karsilamis oluyordu. Burada birçok da vakif tesis etti.
Orhan Gazi, feth ettigi ülkelerde tebeasina karsi adaletle uyguladigi siyasete çok dikkat ediyordu. O, devletin temellerini babasindan tevarüs ettigi adalet anlayisi üzerine kurmustu. Bu sebepledir ki tebeasi arasinda herhangi bir ayirim yapmadan herkese gerektigi sekilde muamelede bulunuyordu. Bununla beraber o, kendi toplumunun faydasina olan her konuda öncülük ediyordu. Bu bakimdan zapt ettigi yerlerdeki kiliseleri mescid ve medreselere çevirmekle yetinmemisti. Vakiflar kurmak suretiyle bu öncülügünü sosyal alanda da göstermisti. Nitekim Bursa'da yoksullar evi yaptirip fakirleri doyurmak için mallar vakfeder. Yoksullar evinde bilgin ve hafizlara da maas baglar. Daha önceki Müslüman devletlerde de varligina sahid oldugumuz imâret müessesesinin Osmanlilar'daki ilk müessesi Orhan Bey'dir. O, Iznik'in Yenisehir kapisinda bir imâret kurar. Bu imâretin seyhligini, dedesi Edebali'nin müridi olan Haci Hasan'a verir. Orhan Gazi bu ilk imâretin açilis merasiminde bizzat kendisi hizmet eder. Fakirlere çorba dagitir, aksam olunca da imâretin kandillerini, yine bizzat kendisi yakar.
Bilindigi gibi toplumun egitim ve kültür hayatinin gelismesinde önemli derecede rolü bulunan müesseselerden biri de medreselerdir. Iste burada da ilk defa Orhan Gazi'nin faaliyete geçtigini ve ilk Osmanli medresesini 731 (M. 1330) yilinda Iznik'te kurdugunu görüyoruz. Yine onun 1335 yilinda Bursa'da kurmus oldugu medrese zamanla Iznik medresesini gölgede birakmis ve devrin yüksek tahsil müessesesi haline gelmistir. O, ilim ve ilim adamlarina saygida kusur etmezdi. Onlari takdir etmekte mahirdi. Ilk zamanlarinda kendisini Iznik'te ziyaret etmis olan Magribli (Fas) seyyah Ibn Batûta, Orhan Gazi'den sitayiskâr bir sekilde bahs eder. Onun, Türkmen meliklerinin büyügü oldugunu söylemekle kalmaz, onun yaninda gördügü ikramlari ve onun ülkesini nasil dolastigini açik bir sekilde anlatir.
Orhan Bey'in, Süleyman Pasa, Sultan Murad, Ibrahim, Halil ve Kasim adlarinda ogullari olmustu. 1362'de vefat ettigi zaman Murad, Ibrahim ve Halil hayatta idiler. Orhan Bey, Kantakuzenos'un kizi olan esi Theodora'dan dogan oglu Halil'i çok seviyordu. Ibrahim'in annesinin ise imparator III. Andronikos'un kizi Asporça Hatun oldugu ve Orhan Bey'in bu zevcesinden Fatma adinda bir kizinin da bulundugu sanilmaktadir. Bu sekilde Orhan Bey, hem Kantakuzenos'un kizini almis, hem de Paleolog hanedanina damat olmus demekti. Süleyman Pasa ile Murad Bey ise Yarhisar tekfurunun kizi olan Nilüfer Hatun adindaki ilk zevcesinden idi.
Osmanli fethinden önce küçük bir sehir olan ve günümüzde "Kaleiçi" denilen sinirla çevrili bölgeden ibaret olan Edirne, Balkanlara geçip orada tutunmak ve hakimiyet kurmak için stratejik önemi haiz olan bir sehirdi. Bizans Imparatorlugu'na bagli idi.
Süleyman Pasa'dan sonra Rumeli'nin ikinci fatihi diyebilecegimiz Sultan I. Murad, bu sehrin askerî önemini anlamisti. Bunun için de Edirne'yi feth etmeyi kendisine hedef olarak seçmisti. Ankara'nin yeniden alinmasindan sonra artik sira Edirne'ye geliyordu.
Kaynaklardan büyük bir kisminin, Sultan Murad'in, babasini müteakip Osmanli tahtina geçmesinden sonra feth edildigini bildirdigi Edirne'nin zapti, Osmanlilarin Avrupa'ya kesin bir sekilde yerlesmeye çalistiklarinin isareti idi.
Sultan Murad, Ankara'dan döndükten sonra Trakya'ya geçip faaliyetlere baslar. Gerçi Osmanlilar, Imparator Kantakuzenos'a defalarca yardima geldikleri zaman, gerek Edirne'nin, gerekse bütün bir bölgenin ehemmiyetini anladiklari gibi ulasim ve stratejisini de anlamislardi. Bundan dolayi Edirne'nin gerisini emniyet altinda bulundurmak ve Istanbul tarafindan gelebilecek bir Bizans taarruzuna mani olmak için Tzurulon denilen ve daha önce alinip sonradan elden çikmis bulunan Çorlu'nun alinmasi gerekiyordu. Buraya hücum eden Osmanli birlikleri, kisa zamanda burayi tekrar alip surlarini yiktilar. Buradan piskoposluk merkezi olan ve Arkadiopolis denilen Lüleburgaz'a geçtiler. Burayi da kisa bir zamanda ele geçiren Osmanlilar, buranin surlarini da yiktilar. Lüleburgaz'in zaptindan hemen sonra Anadolu'dan göçmenler nakl edilerek buraya yerlestirildi. Bu, Büyük Selçuklularin Anadolu'daki yerlesme siyasetlerinin bir benzeri idi. Böylece Osmanlilar'in Trakya'yi da Islâmlastirmaya yönelik gerçek maksatlari ortaya çikmis oluyordu.
Bizans tarihinden bahs eden Dukas, Sultan Murad'in Trakya'daki faaliyetlerinden bahs ederken söyle der:
"Ayni sene zarfinda, Türk basbugu Orhan dahi vefat ederek, beyligini oglu Murad'a terk eyledi. Murad Bey, Trakya sehirlerinden birçoklarini hükmü altina aldiktan sonra, Edirne'yi muhasara etti. Selanik'ten baska bütün Tesalya kitasini zapt etti. Bu suretle Murad, Bizanslilara ait tekmil yerleri ele geçirdikten sonra Trivalya (Tuna nehri ile Bati Trakya arasinda kalan bölge)'ya geldi.
Görüldügü gibi Sultan Murad, Edirne yolu üzerinde bulunan ve daha önce düsman eline geçmis olan Çorlu ile Lüleburgazi aldiktan sonra Edirne üzerine yürüyüp orayi feth etti. Bu arada Bizans'in daha önce geri almis oldugu Malkara, Kesan ve Ipsala, Gazi Evrenos Bey tarafindan tekrar zapt edilip Osmanli idaresine katildi. Haci Ilbeyi ise Enez Körfezi üzerinde ve Meriç'in batisinda bulunan Dedeagaci (Megri-Makri) kasaba ve limanini aldi. Buradan da Kuzeye dogru Meriç'i takib etmek suretiyle Didimatihon denilen Dimetoka'yi zapt etmisti.
Evrenos ve Haci Ilbeyi, yukarida belirtilen yerleri elde ettikleri sirada bütün komutanlarin davetiyle Lüleburgaz mevkiinde toplanan bir harp meclisinde, verilen karar üzerine beylerbeyi Lala Sahin Pasa büyük bir kuvvetle Edirne üzerine sevk edildi. Bulgarlarin, Rumlara yardim etmeleri ihtimaline karsi sag koldan Karadeniz sahiline dogru ilerleyen bir kisim kuvvetler, Kirklareli'ni isgal; Serez ve Drama taraflarinda bulunan Sirplarin da müdahale edebilecekleri düsünülerek sol kola memur edilmis olan Evrenos kuvvetleri de Dimetoka'nin batisina dogru sevkedilerek savunma tertibati alindi. Nihayet Babaeski ile Pinarhisar arasinda Sazlidere mevkiine kadar gelmis olan Rum ve Bulgar kuvvetleri ile yapilan kesin bir meydan muharebesi sonunda düsman bozuldu. Bunun sonucunda da Edirne zapt edildi (764 H. / 1363 M.). Edirne'de bulunan Rum komutan ise Meriç nehrinin kabarmasindan istifade ile bir gece, maiyetinin bir kismi ile bir kayiga atlayip Enez'e kadar inerek oradan da Sirp ülkesine kaçmaya muvaffak oldu.
Sultan Murad, Edirne vaziyetini yoluna koyduktan sonra Beylerbeyi Lala Sahin Paça'yi burada birakarak kendisi Dimetoka'ya gitti. Bir müddet için orasini kendisine karargah yapti. Orada bir cami ile kendisine bir saray yaptirdi.
Sultan Murad, bununla yetinmeyerek faaliyetlerine devam etti. O, Lala Sahin'i kuzeyde Filibe ve Zagra taraflarina sevk ettigi gibi Evrenos Beyi de Bati Trakya'nin fethine (Gümülcine) memur etti. Lala Sahin Pasa pirinç ziraatiyle meshur olan Filibe (Plovdiv)'i muhasara etti. Bu kusatmaya dayanamayacagini anlayan kale muhafizi teslim olarak ailesiyle birlikte Sirbistan'a gitti. Evrenos Bey de Gümülcine ile o havalide bazi yerleri aldi. Edirne'den sonra Filibe'nin de alinmasiyla Bizans, Bulgar ve Makedonya'daki Sirplarin birbirleri ile olan irtibatlari kesilmis oluyordu. Böylece Bizans, tamamiyla Osmanlilarca çevrilmis bulunuyordu.
Dogu Trakya'da yayilmakta olan Müslüman Türklerin bu yayilmasini önlemek için 1361 Temmuzunda Imparator Besinci Ioannis ile Venedikliler arasinda bir antlasma yapilmissa da bir fayda temin edilemedi. Çünkü Osmanlilar, mütemadiyen Anadolu'dan göçmen naklederek sahilleri de siki sikiya ellerinde tuttuklarindan ayrica yerli halka karsi çok merhametli ve âdilane bir idare tarzi uyguladiklarindan içerde de herhangi bir isyan hareketine rastlanmiyordu. Bundan dolayi Bizans ile Venedikliler arasindaki ittifaktan bir netice elde edilemedi. Bunun üzerine imparator 1364'te Osmanli Devleti ile anlasarak mevcud vaziyeti kabule mecbur olmustu. Böylece Bizanslilar açisindan Osmanlilarin eline geçmis bulunan yerlerin tekrar alinmasi ümidi de ortadan kalkmisti. Çünkü Imparator, Osmanlilarin aldiklari yerleri ne kendisinin ne de Sirplarin geri almak için bir tesebbüste bulunmayacaklarini garanti ediyordu.
Edirne ve Dogu Trakya'nin fethi, Osmanlilarin Avrupa'da kesin olarak yerlestiklerini gösteren bir hadisedir. Bu, Anadolu Müslüman Türk tarihi için oldugu kadar Balkanlar ve buna bagli olarak Avrupa için de bir dönüm noktasi olmustur. Zira Osmanlilar sayesinde Avrupa, dinî müsamaha, insana saygi ve hukuka riayet gibi kavramlarla karsilasti ki, bunlari daha önce pek bildigi ve uyguladigi söylenemez. Osmanli fütuhatinin manevî sebep ve faktörlerinden bahsedilirken bu konuya daha detayli bir sekilde temas edilecegini belirtmek gerekir.
Babasindan devr aldigi küçük beyligi iki misli büyüterek teskilatli bir devlet haline getiren Orhan Bey, 1362 yilinda vefat etti. Onun vefati esnasinda devletin sinirlari 95.000 km2'ye çikmisti.
ORHAN BEY ve DEVLET TESKILÂTI
Osmanli Devleti'nin ilk teskilâti Orhan gazi zamaninda kuruldu. Daha önce küçük bir beylik olan devlet, onun zamanindaki fetihlerle gittikçe genisleyip büyümeye basladi. Bu genisleme duraksamadan devam ettigi için yeni müesseseler ile desteklenmesi ve saglam temellere oturtulmasi gerekiyordu. Bu bakimdan bu siyasî varlik ve birlige bir hayatiyet ve devamlilik kazandirmak gerekiyordu ki bu da saglam ve temelli müesseselerin kurulmasi ile mümkündü. Beylik, yavas yavas asiret usûl ve kaidelerinden az da olsa ayrilmak ihtiyacini hissediyordu. Çünkü o ana kadar, daha önce karsilasmadigi farkli din, kültür, irk ve medeniyetlere sahip insanlari sinirlari içinde barindirmaya baslamisti. Bu da ortaya çikan yeni problemlere karsi zamanin ve sartlarin gerektirdigi çözümleri bulmakla mümkündü. Bu hareket tarzi ,ona modern bir devlet olma anlayisini saglamisti. Idare sahasinda, adalet, askerlik, vergi gibi konularda yeni teskilâtlarin kurulmasi icapediyordu. Bu konularda ulema sinifindan gelmis olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadisi Cendereli Kara Halil Efendi büyük bir gayret ve faaliyet içinde idiler. Bu maksatla Orhan Bey'in tahta geçisinin (cülûs) üçüncü yilinda bir gümüs sikke basildi. Bu parada Osmanlilarin mensub olduklari Kayi boyu damgasi da bulunuyordu.
Bilindigi gibi para, ekonomik ve sosyal hayatta önemli bir rol oynamaktadir. Keza o, bir devletin istiklâl (bagimsizlik) alâmetlerindendir. Osmanlilarin ilk defa kullandigi para birimi akça idi. Burada üzerinde durmamiz ve belirtmemiz gereken bir nokta da simdiye kadar ilk Osmanli akçasinin Orhan Bey zamaninda basilmis olmasi meselesidir. Halbuki yeni arastirmalar ilk Osmanli parasinin Osman Gazi döneminde basilmis oldugunu göstermektedir. Bununla beraber bu paranin nerede ve hangi tarihlerde basildigi belli degildir.
Orhan Bey, idareciligi bakimindan tam bir devlet kurucusu idi. Bütün tarih ve kaynaklar, onun Osmanli Beyligi'ni hakiki bir devlet haline getirdiginde müttefiktirler. Orhan Bey, ilk devlet teskilâtinda Anadolu Selçuklulari ile Ilhanlilari örnek almis ve buna göre bir hükümet teskilati vücuda getirmisti. Bunun esas temeli ise merkezdeki "Divân" idi. Henüz bey ünvanini tasiyan hükümdar bu divana baskanlik yapmaktaydi. Divâna, hükümet reisi durumunda bulunan ve ilk dönemlerde ilmiye sinifindan gelmesi mutad olan vezirin de icabinda baskanlik ettigi olurdu. Orhan Bey devri ilk vezirinin Ramazan 723 (Eylül 1323) tarihli ve Orhan Bey zevcelerinden Asporça Hatun vakfiyesinden anlasildigina göre Haci Kemaleddin oglu Alaeddin Pasa (öl. 1340) adinda ilmiye sinifindan belki "ahi" ricalinden bir zat oldugu ve bunun isim benzerligi yüzünden Orhan Bey'in küçük kardesi Alaeddin Bey ile karistirildigi görülmektedir. Ikinci veziri Ahi Mahmud oglu Nizameddin Ahmed Pasa idi.
Sehir, kasaba ve kazalarin idaresinde ise, Osman Bey zamanindan itibaren elde edilen yerler, buralari feth eden beylere verilmek suretiyle dogrudan dogruya asiretin ileri gelen ve birer askerî komutani durumunda bulunan kimselerce kullaniliyordu. Baska bir ifade ile Orhan Bey'in kurdugu bu sistem, Selçuklu divân dairesi ile çevrelerindekinin aynisi idi. Mesela Eskisehir, Bilecik, Iznik, Karacahisar, Inönü, Izmit, Yenisehir, Bursa gibi sehirler, hep birer kaza teskil ediyorlardi. Bu sebepten oralarda bir kadi ve subasi bulunuyordu.
Orhan Bey, Osmanli Beyligi'nde muntazam bir devlet teskilati meydana getirdigi sirada bütün timarlilari belli birlikler halinde bazi kumanda kademelerine bagladi. O dönem Osmanli ordusunun en mühim unsurunu teskil eden bu birlikler, bilhassa asiretlerden, hizmetleri karsiliginda kendilerine timarlar verilmek üzere genellikle toplu bir halde vazifeye alinan sipahilerdi. Bunlarin ileri gelenleri, kendi boy ve oymaklarindan topladiklari adamlari ile beraber, seferde vazife aliyorlardi. Gaza ve fetihten sonra bu gazilere baslangiçta timar (dirlik) verildigi gibi onlari idare edenlere de daha yüksek bir timar tahsis ediliyordu. Tamami atli olan bu timarlar, bir alay haline konularak baslarina en büyük timar sahibi olan kimse alay beyi tayin ediliyordu. Her kazanin timarlilari birer çeribasi idaresinde idiler. Orhan Bey devletinin dayandigi ikinci sinif askerî kuvvet yaya ve müsellem teskilâti idi. Bu askerî teskilâtin ortaya çikmasi zaruret halini almisti. Çünkü her zaman, vaktinde sefere gelemeyen veya uzun süre devam eden kusatma hizmetlerinde kalamadiklarindan dolayi basarilari mahdud olan asiret sipahilerinin yerine, devamli bir askerî birligin kurulmasi gerekiyordu. Ancak bu sayede, Orhan Bey zamaninda, sinirlari bir hayli genisleyen beyligin her tarafina zamaninda ulasilabilecekti.
Osmanli Beyligi'nin ilk mühim fethi olan ve hem yeni hem de kuvvetli bir siyasî varligi ortaya koyma yolunda belki en önemli adim, Orhan Bey'in Bursa'yi aldiktan sonra burada kurdugu ve kendisinden sonra gelen haleflerinin de izinde yürüyerek devam ettirdikleri tesislerin, bu sehirde büyük bir Müslüman Türk nüfusunun toplanmasina sebep olmasi gerçegi idi. O, isin hemen basinda kilise ve manastirlari cami ve medreseye çevirmek suretiyle ilk ihtiyaçlari karsilamis oluyordu. Burada birçok da vakif tesis etti.
Orhan Gazi, feth ettigi ülkelerde tebeasina karsi adaletle uyguladigi siyasete çok dikkat ediyordu. O, devletin temellerini babasindan tevarüs ettigi adalet anlayisi üzerine kurmustu. Bu sebepledir ki tebeasi arasinda herhangi bir ayirim yapmadan herkese gerektigi sekilde muamelede bulunuyordu. Bununla beraber o, kendi toplumunun faydasina olan her konuda öncülük ediyordu. Bu bakimdan zapt ettigi yerlerdeki kiliseleri mescid ve medreselere çevirmekle yetinmemisti. Vakiflar kurmak suretiyle bu öncülügünü sosyal alanda da göstermisti. Nitekim Bursa'da yoksullar evi yaptirip fakirleri doyurmak için mallar vakfeder. Yoksullar evinde bilgin ve hafizlara da maas baglar. Daha önceki Müslüman devletlerde de varligina sahid oldugumuz imâret müessesesinin Osmanlilar'daki ilk müessesi Orhan Bey'dir. O, Iznik'in Yenisehir kapisinda bir imâret kurar. Bu imâretin seyhligini, dedesi Edebali'nin müridi olan Haci Hasan'a verir. Orhan Gazi bu ilk imâretin açilis merasiminde bizzat kendisi hizmet eder. Fakirlere çorba dagitir, aksam olunca da imâretin kandillerini, yine bizzat kendisi yakar.
Bilindigi gibi toplumun egitim ve kültür hayatinin gelismesinde önemli derecede rolü bulunan müesseselerden biri de medreselerdir. Iste burada da ilk defa Orhan Gazi'nin faaliyete geçtigini ve ilk Osmanli medresesini 731 (M. 1330) yilinda Iznik'te kurdugunu görüyoruz. Yine onun 1335 yilinda Bursa'da kurmus oldugu medrese zamanla Iznik medresesini gölgede birakmis ve devrin yüksek tahsil müessesesi haline gelmistir. O, ilim ve ilim adamlarina saygida kusur etmezdi. Onlari takdir etmekte mahirdi. Ilk zamanlarinda kendisini Iznik'te ziyaret etmis olan Magribli (Fas) seyyah Ibn Batûta, Orhan Gazi'den sitayiskâr bir sekilde bahs eder. Onun, Türkmen meliklerinin büyügü oldugunu söylemekle kalmaz, onun yaninda gördügü ikramlari ve onun ülkesini nasil dolastigini açik bir sekilde anlatir.
Orhan Bey'in, Süleyman Pasa, Sultan Murad, Ibrahim, Halil ve Kasim adlarinda ogullari olmustu. 1362'de vefat ettigi zaman Murad, Ibrahim ve Halil hayatta idiler. Orhan Bey, Kantakuzenos'un kizi olan esi Theodora'dan dogan oglu Halil'i çok seviyordu. Ibrahim'in annesinin ise imparator III. Andronikos'un kizi Asporça Hatun oldugu ve Orhan Bey'in bu zevcesinden Fatma adinda bir kizinin da bulundugu sanilmaktadir. Bu sekilde Orhan Bey, hem Kantakuzenos'un kizini almis, hem de Paleolog hanedanina damat olmus demekti. Süleyman Pasa ile Murad Bey ise Yarhisar tekfurunun kizi olan Nilüfer Hatun adindaki ilk zevcesinden idi.